Maide 44 Üzerine Tartışmalar

Maide 44 ayeti, özellikle "hükmetmeyenler" ve "kafirlerin ta kendileridirler" ifadeleri etrafında farklı yorumlara konu olmuştur. Bu ifadelerin anlamı ve kapsamı, İslam tarihindeki çeşitli ekoller tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiştir.1. Hariciler"Hükmetmemek" ifadesini, Allah'ın emirlerini uygulamamak olarak anlamışlardır. Örn...

Continue reading
  32 Hits

Bakara suresi 183. ayet tefsiri; Oruç tutmak emredildi mi? Orucun mahiyetiyle ilgili hadisler bize ne anlatmak ister.

‮يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ⁠ۙ   ‬‮﴿‬‮‭١٨٣‬‬‮﴾‬ 183. “Ey iman edenler! Oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı, umulur ki bu yolla kötülüklerden sakınırsınız. Ey iman edenler! Oruç size farz kılındı. Buradan itibaren yer alan âyetlerde orucun farz oluşu “yazılmıştır” anlamındaki “kütibe” (‮كُتِب‬) beyanıyla sâbit olmuştur. Söz konusu farz oluşu, mâzeret halinde oruca bedel bir işlemin yapılması ve tutulmayan günlerin kaza edilmesinin buyrulması da desteklemektedir, bu sonuncu işlem ve emir farz seviyesine ulaşmayan bir nafile konumunda bulunmamaktadır. Bir de azîz ve celîl olan Allah, “Hasta veya yolcu olan kimse tutamadığı günler sayısınca başka günlerde kaza eder. Allah sizin için zorluk değil, kolaylık ister” {el-Bakara 2/185.} buyurmak suretiyle bize olan lütuf ve nimetini hatırlatmaktadır. Bu âyette söz konusu edilen kolaylık “mâzeret halinde oruç tutmamanıza izin vermeyi diler” mânasına gelmektedir. Oruca başlamak ilke olarak farz olmasaydı mâzerete binaen tutmamaya izin verilmesinin bir anlamı kalmazdı, tutulmayan günler sayısınca kaza edilmesinin şart kılınmasına bağlı olarak. İlgili âyetlerde oruca böyle bir konumun verilmesi ve yerine getirilmeyen bir husûsun temel statüsünün korunması, kaza edilmesinde bir eksikliğin doğmaması esasına bağlıdır, ümmetin icmâı da aynı şekildedir. Azîz ve celîl olan Allah oruç tutmanın bu ümmete özgü olmadığını beyan etmiştir. Muhammed ümmeti Allah’ın kendilerine verdiği özellikler sebebiyle Allah’ın affetme ve kusurlarını cezalandırmaktan vazgeçme lütfunu kullandığı ümmetlerin en önde gelenidir. Çünkü Allah onları bütün insanlığın yararlanması için dünya sahnesine gönderilmiş en hayırlı ümmet kılmış {Âl-i İmrân 3/110.}, din alanında kendilerine zor gelecek hükümlerin konulmadığını haber vermiş {“Allah yolunda elinizden gelen gayreti sarfedin. O sizi seçkin bir ümmet yapmış ve din alanında size zor gelecek bir yük yüklememiştir” (el-Hac 22/78).}, lütuf ve keremi sayesinde kendilerine yapılması zor ibadetler yüklememiş ve onları bütün insanlık için hakikatin şahitleri konumunda tutmuştur {“Böylece sizi (ey Muhammed ümmeti!) orta yolu izleyen ölçülü ve dengeli bir toplum yaptık; tâ ki insanlar içinde hakikatin şahitleri ve canlı örnekleri olasınız” (el-Bakara 2/143).} Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Bu ilâhî beyanda yer alan ve “gibi” anlamına gelen “kemâ” (‮كما‬) edatı iki şekilde yorumlanabilir: Önceki ümmetlere farz kılınan sayı kadar; yahut da öncekilere farz kılınanın tıpatıp aynı değil konum bakımından benzer olarak farz kılınmıştır. Bu sebeple “kemâ” (‮كما‬) edatındaki “kâf” (‮ك‬) harfinin zâid mi yoksa belli bir mânaya işaret edecek gerçek konumda mı olduğu husûsunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Âyet-i kerîmede söz konusu edilen orucun mahiyeti hakkında farklı görüşler belirtilmiştir. Ashâb-ı kirâmdan (Allah’ın rızâsı hepsinin üzerine olsun) bir grup bu orucu aşure günü ile kamerî ayların 13, 14, 15. günlerine özgü kılmış, sonraları bunun ramazan orucuyla neshedildiğini kabul etmiştir. “Ramazan ayının orucu mevcut olan diğer bütün oruçları neshetmiştir” {İbn Abbâs, Muâz b. Cebel, İbn Mesûd, Atâ, Katâde ve Dahhâk b. Müzâhim’den rivâyet edildiğine göre şöyle demişlerdir: Oruç İslâm’ın ilk dönemlerinde önceki ümmetlerde olduğu gibi her aydan üç gün şeklinde idi. Dahhâk ise sözü edilen orucun Hz. Nuh’tan itibaren sürüp geldiğini ve ramazan ayı orucuyla neshedildiğini bu rivâyete eklemektedir (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, III, 414; İbn Kesîr, Tefsîr, I, 313; Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, I, 177; ayrıca bk. Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 174).} meâlinde merfû bir hadis rivâyet edilmiştir. Diğer bir ashap grubundan ise aşure orucu hakkında şöyle bir nakil yapılmıştır: “Ramazan orucuna dair âyet gelinceye kadar aşure orucunu tutuyorduk, bundan sonra ise Resûlullah (s.a.) sözü edilen orucu ne emretmiş ne de yasaklamıştır. Övgüsü yüce olan Allah oruç tutma konusunda “ey iman edenler” buyurmak suretiyle müminleri muhatap tutmuştur. Onun bu hitabı hakkında iki açıklama şıkkı bulunmaktadır: Birincisi, Cenâb-ı Hak müminlere hitap etmiştir. Bu ilâhî hitaba konu teşkil edenler iman kavramının kendilerini kapsadığını anlamıştır. Zira mümin diye bilinen hiçbir kimseden, iman niteliğine lâyık olmasını sağlayacak ameli yerine getirmediğinden bu âyetin içerdiği hükmün dışında kaldığını zannettiği şeklinde bir nakil zikredilmemiştir. Dinin diğer ibadet fiilleri de aynı konumdadır {Semerkandî şöyle demektedir: “Allah Teâlâ iman niteliğini taşıyan herkese oruç tutmalarının gerektiği şeklinde hitap edince, Allah’ın birliğini tasdik ve ikrar eden herkes bu hitabın çerçevesine girmiştir, bunların içinde kebîre işleyen ile işlemeyen arasında herhangi bir fark yoktur. Bütün insanlar iman niteliğini taşıyan herkesin bu hitaba dâhil olduğunu anlamıştır. Büyük günah işlemesi sebebiyle bu hitabın dışında kaldığını zanneden herhangi birinin mevcut olduğu da haber verilmemiştir. Aksine müminler âyetin ifade ettiği hükmün kebîre işlemiş olsun olmasın herkes için geçerli olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Müminlere farz olan diğer ibadetler husûsunda da durum aynıdır” (Semerkandî, Şerhu’t-Te’vîlât, vr. 56a).} Bilinmesi gereken açık husûslardan biri de şudur ki iman Allah’a yakınlık ifade eden bütün görevlerin toplamıyla oluşan bir şey değildir, aksine iman olayını gerçekleştirmek Allah’a yakınlık fiillerini bu konuma getirmektedir. Oruç âyetinde, “Ey inşallah müminiz diyenler!” buyrulmadığına göre böyle bir ifadenin kullanılmamasının gereği ayrıca bunun insanların akîdesini bozmak için şeytandan gelen bir telkin olduğu ortaya çıkmıştır; nitekim iman dışındaki bağlayıcı akidlerde “inşallah” ifadesini kullanması kişinin bütün akidlerini iptal etmektedir. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır. İkincisi, Allah Teâlâ ibadetleri müminlere has kılmış ve başkalarının bu fiillerle yükümlü kılınmadığını beyan etmiştir. Onlar için gerekli olan şey inanmak olup itikadla var olabilecek fiiller değildir. Aslında itikad ibadet fiillerinin gerçekleşebilmesi için gerekli olan bir vasıta değildir, yani iman diğer bazı fiillerin, sayesinde gerekli hale gelmesi için bir ön vasıta ve sebep durumunda bulunmamaktadır. Aksine, kendisi var olduğu için diğer fiiller gerekli hale gelmektedir [İbadet Yükümlülüğü Olan Kişiler ve Oruca Dair Hükümler] İman olmaksızın ibadetlerle yükümlü tutulmayı imkânsız kılan iki husûs daha vardır: Birincisi, akıldır. Kulluk bilincini taşımayan ve risâlet (peygamberlik) müessesesini benimsemeyen birinin, ibadette bulunmak ve resûle uymakla mükellef tutulmasının mantık dışı bir şey olduğu açıktır. Adam pekâlâ, “Birincinin gerekliliğini bize kabul ettirin ki ikincisi de gündeme gelmiş olsun!” diyebilir. Bu, âlimlerin, peygamberlerin gönderilişinin hak olduğu konusunu Allah’ı ve dolayısıyla peygamber gönderecek varlığı inkâr eden kimselerle tartışmanın muhal olduğuna ilişkin söylemelerine benzemektedir. Evet, imanibadet ilişkisi de bu konumda bir meseledir. Aksine Allah’a yakınlık konumundaki her davranış ancak imanın bulunması halinde gereklilik kazanır, çünkü onsuz yerine getirilemez. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır. İkincisi, ibadetlerin ifa ediliş vaktinden sonra müslüman olan kimsenin bu ibadetleri kaza etmesinin gerekmediğine hükmetmektir. Bu ikinci şıkkın da göz önünde bulundurulması gereken iki yönü vardır: Birincisi, böyleleri şu anda sahip bulunup kazayı gerektiren bir durumları bulunmadığından geçmiş ibadetleri kaza etme emrine muhatap değillerdir, ilk hitapta da durum böyledir. Zaten İslâm’da bir ibadeti kaza etmenin gerekliliği yapılmasının ilkin emredilmesine bağlıdır. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır. İkincisi, müslüman olduktan sonra geçmiş ibadetleri kaza etmek gerekli olmadığı gibi küfür halinde iken yapılması da söz konusu değildir. Aksini iddia etmek, Allah’ın, yerine getirilmesinin imkânını mükellefe vermediği bir şeyle kişiyi yükümlü kılmaktır. Oysaki azîz ve celîl olan Allah mükellef tutmanın bu türünden şu beyanıyla zâtını tenzih etmiştir: “Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz” {el-Bakara 2/286.}. Bir de Cenâb-ı Hak, “Küfür ve inkâr yolunu tutanı az bir süre faydalandırır, sonra cehennem azabına sevk ederim” {el-Bakara 2/126.} meâlindeki âyetiyle kâfire tanınan dünyadan faydalanma imkânının orada ibadet etmesi için olmadığını beyan etmiştir. Başarıya ulaştıran sadece Allah’tır. Umulur ki bu yolla sakınırsınız. Yani nefsinizi arzu ettiği gıdalardan uzak tutmak suretiyle çeşitli maddî lezzetlerden sakınırsınız, yahut dünyada fiillerinizle Allah’a muhalefet etmekten ve dolayısıyla âhiretteki azabından korunmuş olursunuz. Umulur ki bu yolla sakınırsınız. Yani yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden. Diğer bir yoruma göre mâsiyetlerden. Çünkü nefis acıktığında diğer arzu ve heveslerinin hepsinden doymuş olur. Yemekten doyduğunda ise diğer arzu ve istekleri tatmin etmenin derdine düşer. Umulur ki bu yolla sakınırsınız beyanı, bir de Allah’ın azap ve cezalandırmasından korunursunuz, anlamına gelebilir. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır. AYETİN TEVİLİ BU ŞEKİLDEDİR. ŞİMDİ HADİSLERE GEÇEBİLİRİZ. Oruç, Farsçadaki rûze kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Arapçası, "Savm" ve "Sıyam"dır. Savm kelimesi, Arapçada; bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek anlamında kullanılmaktadır. Terim olarak ise imsak vaktinden iftar vaktine kadar bir amaç uğruna ve bilinçli olarak yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir. Oruç, Hz. Peygamber (s.a.)in Medineye hicretinden bir buçuk sene sonra Şaban ayının 10. günü farz kılınmış olup İslamın beş şartından biridir. Oruç, nefsin isteklerinden iradî olarak uzak durma olması yönüyle bir irade eğitimine, açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de bir sabır eğitimine dönüşmektedir. İnsanın hayatta başarılı olabilmesi için irade hakimiyeti ve güçlükler karşısında dayanabilme gücü de önemli bir role sahiptir. Nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasında, ruhun arındırılıp yüceltilmesinde oruç etkili bir yoldur. Bu orucun değişik biçimlerde de olsa hemen bütün din ve kültürlerde riyazet ve mücahede yolu olarak mevcut olmasını da açıklar. Toplumsal hayatta huzursuzluklara yol açan taşkınlıklar, büyük ölçüde insanın hayvanî yönünü tatmin eden maddi zevklere düşkünlükten kaynaklanır. Maddi zevk deyince de akla, yeme, içme ve cinsel ilişki gibi zevkler gelir. İşte oruç, insanı maddi zevk ve şehvetler peşinde koşturan, dolayısıyla da, Allahın haklarına riayet edemediği için kendisine zulmetmesine, insanların haklarına riayet edemediği için onlara zulmetmesine sebep olan nefs-i emmareyi teskin etmenin de bir ilacı, aşırılıkları törpülemenin bir çaresidir. Oruç, yoksulların durumunu daha iyi anlamaya, dolayısıyla onların sıkıntılarını giderme yönünde çaba sarfetmeye de vesile olur. Orucun, dinimizde önemli bir yeri olan sabır konusuyla irtibatı da burada hatırlanmalıdır. Bütün bunlara ilaveten orucun sağlık açısından pek çok yararları bulunduğu da uzman hekimler tarafından ifade edilmektedir. Ramazan orucu zahiren bakıldığında, bir yıl boyunca çalışan vücut makinesinin dinlenmeye ve bakıma alınması gibidir. Oruç, özellikle mide ve sindirim organlarının dinlenmesi için iyi bir moladır. عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الصِّيَامُ جُنَّةٌ ، فَلاَ يَرْفُثْ وَلاَ يَجْهَلْ ، وَإِنِ امْرُؤٌ قَاتَلَهُ أَوْ شَاتَمَهُ فَلْيَقُلْ إِنِّى صَائِمٌ . مَرَّتَيْنِ ، وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ تَعَالَى مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ ، يَتْرُكُ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ وَشَهْوَتَهُ مِنْ أَجْلِى ، الصِّيَامُ لِى ، وَأَنَا أَجْزِى بِهِ ، وَالْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا » . Ebu Hureyre (r.a.)den rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.): Oruç kalkandır. (Oruçlu kimse) kötü söz söylemez ve cahilce davranmaz. Eğer bir kimse, kendisiyle döğüşür veya sataşırsa ona iki defa: Ben oruçluyum desin. Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, oruçlu bir kimsenin ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir (buyurdu). (Allahda: Kulum) benim için yemesini, içmesini ve şehvetini terk etmektedir. Oruç, Benim içindir, onu Ben değerlendiririm. Sevabının karşılığı on kata kadar artar buyurdu. (Buharî, Savm 2, 9, Libas 78, Tevhid 35, 50; Müslim, Sıyam 160, 161 (1151); Ebu Davud, Sıyam 25 (2363); Nesaî, es-Sünenül-Kübra, (3252, 3253); İbni Mace, Sıyam 1 (1638); Muvatta, Sıyam 57-58; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 2/266, 393, 443, 461, 465, 474, 474, 480) (Oruç, oruçlu kimseyi kötülüklerden korur. Oruçlunun, kötü söz söylememesini ve günah işlememesini sağlayarak onun cehennem ateşine girmesine engel olur. Kötü söz söylemez ve cahilce davranmaz ifadesinden maksat; oruçlu kimsenin; yalan, iftira, gıybet, söz taşıma gibi davranışlarda bulunmaması ve bu davranışlara sebep olan şeylerden uzak durmasıdır. Yalnız içlerinde dört mezhebin de bulunduğu cumhura göre; bunlar, orucu bozmaz. Fakat bu tür davranışlar, orucun sevabının eksilmesine sebep olur.) ‮عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ ‬‮اللَّهِ ‬‮‏‬‮ﷺ‬‮ : ”مَنْ صَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ.“‬ Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (B38 Buhârî, Îmân, 28) Enes ibni Malik (r.a.)ten rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) şöyle buyurmaktadır: Sahur yemeği yeyiniz. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır. (Buharî, Savm 20; Müslim, Sıyam 45 (1095); Tirmizi, Savm 17 (708); Nesaî, Sıyam 18; İbni Mace, Sıyam (1692); Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 3/99, 215, 229, 243, 258, 281; İbni Huzeyme, Sahih, (1937); Abdurrezzak, Musannef, 4/236; Tayalist, Müsned, (1095); Ebu Ya'la Müsned, (3900-3901, 3922-3923, 3935); Beyhaki, es-Sünenül-Kübra, 4/236; es-Sünenüs-Süğra, (1379); Beğavi, Şerhus-Sünne, 6/251)

  13 Hits

Mâide suresi 75. ayet tefsiri; Mesîh neden ilah olamaz?

‮مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌ⁠ۚ   قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ⁠ۜ   وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌ⁠ۜ   كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَ⁠ۜ   اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ ‬‮﴿‬‮‭٧٥‬‬‮﴾‬ 75. “Meryem oğlu Mesîh sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Onun annesi dürüst ve inançlı bir kadındır. İkisi de yiyip içen birer insandı. Bak, âyetleri onlara nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl saptırılıyorlar!” Meryem oğlu Mesîh sadece bir peygamberdir. Bu âyet-i kerîmede her iki grubun (Yahudilerle hıristiyanların) aleyhine delil vardır. Onlar sanki iki grup gibiydiler; biri onun peygamber olduğunu inkâr ediyor, diğeri de onun rab ve ilâh olduğunu ileri sürüyordu. Allah Teâlâ onun Meryem’in oğlu olduğunu söylemektedir, Meryem’in oğlunun ilâh olması mümkün değildir. İkincisi, Cenâb-ı Hak onun sadece bir peygamber olduğunu, ondan önce de -yani Îsâ’dan önce de- peygamberlerin gelip geçtiğini, onların da mûcizeler ve deliller getirdiklerini haber vermektedir. Önceki ümmetlerden hiçbiri, peygamberlerin ilâh olduğunu söylememiştir, Îsâ’nın peygamber olduğuna dair mûcizeler ve deliller getirmesine rağmen siz onun ilâh olduğunu nasıl söylersiniz? [Hz. Meryem’e Neden Sıddîka Denilmiştir?] Onun annesi dürüst ve inançlı bir kadındır. Denilmiştir ki o, her türlü ahlâksızlıktan tertemiz saliha bir kadındı. Bazıları âyetteki “sıddîka” (‮صديقة‬) kelimesinin nebîlere benzer bir anlam taşıdığını söylemişlerdir. Cebrâîl aleyhisselâm ona gelip “Ben ancak sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamak için Rabbin tarafından gönderilmiş bir elçiyim” {Meryem, 19/19.} dediğinde, tıpkı nebîler ve resûller melekleri tereddütsüz tasdik ettikleri gibi Meryem de onu tasdik etmişti. Diğer insanlar ise ancak peygamberlerin haber vermesiyle melekleri tasdik ederler. Meryem ise kendisinin melek ve elçi olduğunu söyleyen Cibrîl’i tasdik etmişti. Bundan dolayı ona Sıddîka ismi verilmişti. En doğrusunu Allah bilir. Cenâb-ı Hakk’ın şu âyet-i kerîmede ifade buyurduğu gibi, her müminin sıddîk olduğu da söylenmiştir: “Allah’a ve peygamberlerine (böyle) iman edenler, var ya, işte onlar Rableri katında sıddîklar mertebesindedirler” {el-Hadîd, 57/19.} İkisi de yiyip içen birer insandı. Bu ifade iki açıdan hıristiyanların aleyhine delildir. Birincisi, açlık onların ikisine de galip geliyor ve onlar açlığı giderme ihtiyacını duyuyordu. Kendisine açlığın galip geldiği biri nasıl ilâh olabilir? İkincisi, onlar yemeğe ihtiyaç duyup yediklerinde, doygunluk karınlarını boşaltmaya kendilerini mecbur ediyor ve dolayısıyla en çirkin ve en pis yere gitmeleri gerekiyordu. Böyle yerlere gitmeye mecbur edilen biri ilâh olamaz. Allah Teâlâ bütün bunlardan yüce, hem de pek çok yücedir. Bak, âyetleri onlara nasıl açıklıyoruz. Âyetler, daha önce zikredilen ve onlara karşı ileri sürülen deliller olup birincisi, onun Meryem’in oğlu olmasıdır. Başkasının oğlu olan biri ilâh olamaz. İkincisi, Hz. Îsâ’nın resûl olmasıdır. Daha önce de peygamberler gelmiş, onlar da mûcizeler ve deliller getirmişler, fakat hiçbiri kendisinin Rab ve ilâh olduğunu iddia etmemiştir. Üçüncüsü o yemek yiyordu, başka bir şeye muhtaç olan biri ilâh olamaz. Dördüncüsü, yemek yiyen kişi, onun eziyetini gidermek ve bunun için de en pis bir mekâna gitmek zorundadır. Konumu bundan ibaret olan biri Rab olamaz. En doğrusunu Allah bilir ya, hıristiyanların bu konuda ileri sürdükleri görüşlere, tefsirini yapmakta olduğumuz âyet-i kerîmeden daha fazla, daha açık ve daha güçlü bir şekilde susturan bir âyet Kur’ân’da bulunmamaktadır. Sonra bak nasıl saptırılıyorlar. Yani bak, nasıl tekzîb ediyorlar? Ebû Ubeyde şöyle demiştir: “Yu’fekûn” (‮يؤفكون‬), çevriliyorlar ve hak yoldan saptırılıyorlar demektir. Birini bir şeyden alıkoyduğunda “efektehu” (‮أفَكْتَهُ‬) denilir. Yağmur tanesi yeryüzünden engellendiğinde “ufiketi’l-ardu” (‮أُفِكْتِ الأرضُ‬) denir {Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, I, 174-175.}. Cenâb-ı Hak da “Bu sözlerle saptırılanlar doğru yoldan saparlar” {ez-Zâriyât, 51/9.} buyurmuştur. İbn Abbâs (r.a.) “Bunlar kendi düzmecelerinden ve sürdüregeldikleri asılsız iddialardan ibarettir” {el-Ahkâf, 46/28. Bu, şâz kıraâttir. bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXVI, 29. Mütevâtir olan kırâat (‮وذلك إفكهم وما كانوا يفترون‬) şeklindedir.} anlamına gelen âyeti “ve zâlike efekehum ve mâ kanû yefterûn” (‮وذلك أفكهم وما كانوا يفترون‬) şeklinde okumuş ve kelimeye onları saptırdı anlamı vermiştir; onları saptırınca da doğru yoldan çevirmiş olur. Ebû Avsece şöyle demiştir: Bana göre “i”fk kelimesi haktan çevirmek anlamına gelir. Aslında “i”fk yalan demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Yu’fekûn” (‮يُؤْفَكون‬) haktan çevriliyor ve döndürülüyorlar demektir {İbn Kuteybe, Tefsîru ğarîbi’l-Kur’ân, 145.} Bu kelimeye, yalan dolanla aldatılıyorlar mânası da verilmiştir {Krş. İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, “‮أفك‬” md.}

  8 Hits

Meşşai geleneğin insan-toplum-peygamber anlayışı

 filozoflara ( meşşailere )göre ; insan 2 cevherden oluşur : beden ve ruh beden tamamen maddi , ruh tamamen manevi bir cevherdir insanın idrak yolları 10 tanedir : 5 i duyma, koklama vs olan dış idrak yollarıdır 5 taneside beyinde bulunan iç idrak yollarıdır iç idrak yollarında bu güçleri araç olarak kullanan şey akıldır. akıl bu araçlar ...

Continue reading
  74 Hits

Nisâ suresi 157. ayet tefsiri; Hz. İsa çarmıha gerildi mi?

وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ ‬‮اللّٰهِ⁠ۚ ‬‮  وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ ⁠ۜ   وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ⁠ۜ   مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنّ⁠ِۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناً ⁠ۙ   ‬‮﴿‬‮‭١٥٧‬‬‮﴾‬‮ بَلْ رَفَعَهُ ‬‮اللّٰهُ ‬‮اِلَيْهِ⁠ۜ   وَكَانَ ‬‮اللّٰهُ ‬‮عَز۪يزاً حَك۪يماً ‬‮﴿‬‮‭١٥٨‬‬‮﴾‬ 157.

 “Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ Mesîh’i öldürdük, demeleri yüzünden... Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler; (başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler. Onun hakkında ihtilafa düşenler bu konuda tam bir kararsızlık içindedirler. Bu hususta zanna uyma dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmemişlerdir.”

158. “Bilâkis Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.”

Mesîh’i öldürdük, demeleri yüzünden... Denilmiştir ki Cibrîl aleyhisselâm Hz. Îsâ’yı (s.a.) bereketle meshettiği için ona Mesîh adı verilmiştir; mefûl mânasında fâil kalıbı kullanılarak, bu kullanım dilde caizdir. Şöyle de denilmiştir:

Mesîh, mesheden demektir, çünkü Hz. Îsâ aleyhisselâm hastayı, alaca illetine maruz kalanı ve anadan doğma körü meshedip iyileşmesini sağladığı için kendisine Mesîh denilmiştir. Bu da fâil (‮الفاعل‬) mânasına faîl (‮الفعيل‬) sîgasıyla caizdir. En doğrusunu Allah bilir. Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ Mesîh’i öldürdük, demeleri yüzünden. Bazı grupların bu âyet-i kerîme ile iki açıdan ilişkisi vardır.

Continue reading
  52 Hits

Dinde aşırıya gitmek nedir? Dinde neden aşırıya gidilmemelidir?

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رضي الله عنه عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «إِنَّ الدِّينَ يُسْرٌ، وَلَنْ يُشَادَّ الدِّينَ أَحَدٌ إِلَّا غَلَبَهُ، فَسَدِّدُوا وَقَارِبُوا، وَأَبْشِرُوا، وَاسْتَعِينُوا بِالْغَدْوَةِ وَالرَّوْحَةِ وَشَيْءٍ مِنَ الدُّلْجَةِ».

 Ebu Hureyre (r.a) den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: Din kolaylıktır. (Amellerim eksiksiz olsun diye) dinde aşırı gidip de dinin aciz bırakmadığı hiç kimse yoktur.

(Öyleyse amellerinizde) orta yolu takip edin, (en faziletlisini yapamıyorsanız o zaman ona) yaklaşın, (az da olsa devamlı amel ve ibadetten dolayı) sevinin.

Sabah-akşam ve gecenin bir bölümünde (amellerinizi ve ibadetinizi yapabilmek için Allahtan) yardım dileyin. (Buharî, İman 29; Nesaî, İman 28) (İslam dininin kolay olması, Yüce Allahın bu ümmetten önceki dinlerde olan bir çok zorlukları kaldırmasıdır.

Bunların en açık örneği, geçmiş toplumlar günahlarından tevbelerinin kabul olması için kendi nefislerini öldürmeleri gerekiyordu. Bu ümmetin tevbesi ise kötülüğü bırakmak, bir daha yapmamaya azmetmek ve günah işlediğine pişman olmakla kabul olunur. Bu hadis, amelde samimi olmaya teşviki ve en iyisini yapacağım diye çok çaba sarfetmekten sakındırmayı içermektedir.

Continue reading
  25 Hits

Maide 51 Bağlamında Ehli Kitap İle Dostluk

Ehli kitap olarak adlanıdırlan Yahudi ve Hristiyan cemaatlerine mensub bireyler ile olan dostluk ve arkadaşlık mealci bir bakış açısıyla Kur'an metnine yaklaşılırsa karşımıza yasak olduğu ortadadır. Bunun önüne gayri ihtiyari geçmek isteyen mealciler herzamanki gibi kelimelere sözlükler arasından anlam atamaktadırlar. Asli manada bu ayetin bel...

Continue reading
  57 Hits

Müslüman olan (!) Moğolların inancına dair...

كما قال أكبر مقدميهم  الذين قدموا إلى الشام وهو يخاطب رسل المسلمين ويتقرب إليهم بأنا مسلمون. فقال هذان آيتان عظيمتان جاءا من عند الله محمد وجنكسخان. فهذا غاية ما يتقرب به أكبر مقدميهم إلى المسلمين أن يسوي بين رسول الله وأكرم الخلق عليه وسيد ولد آدم وخاتم المرسلين وبين ملك كافر مشرك من أعظم المشركين كفرا وفسادا وعدوانا من جنس بخت نصر وأمثاله. و...

Continue reading
  84 Hits

Nisâ suresi 3. ayet tefsiri; 4 eş alma ruhsatını nasıl anlamalıyız

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ⁠ۚ   فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ⁠ۜ   ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَـعُولُوا ⁠ۜ   ‬‮﴿‬‮‭٣‬‬‮﴾‬ 3.

“Eğer yetimlerin haklarına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın yahut sahip olduğunuz (câriye) ile yetinin, bu adaletten ayrılmamanız için en uygun olandır.” [Taaddüd-i Zevcât - Birden Çok Kadınla Evlenme]

 Bu ilâhî beyanın yorumu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre ashâb-ı kirâm, yetimlerin malları hakkında fazlasıyla uyarılar geldiği için bu mallar hakkında tasarrufta bulunmaktan korkuyor ve sıkıntı duyuyordu. Bunan üzerine şu anlamda bir ilâhî beyan gelmiştir:

 Eğer yetimlerin mallarını kullanmaktan korkuyor ve zorlanıyorsanız, “beğendiğiniz kadınlardan... evlenin”

{Bu rivayet âyetin sebeb-i nüzûlü değil, tefsiri meyanında İbn Abbâs ve Mücâhid'den nakledilmiştir ( bk. Taberi, Câmi'ul-beyân, lV, 235; Süyûtî, ed-Dürru'l-mensûr, ll, 428)

Continue reading
  43 Hits

Kur'an-ı Kerim'de geçen Peygamber duaları Bu duaları neden okumalıyız?

1️⃣ Hz. Adem ve Hz. Havva'nın ettiği dua;

🔹Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A'râf, 7/23)

 2️⃣ Hz. Nuh'un ettiği dualar;

🔸“Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan,şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi. (Hûd, 11/47)

🔸“Rabbim! Beni,ana babamı,iman etmiş olarak evime girenleri,iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla.Zalimlerin de ancak helâkini arttır.” (Nûh, 71/28)

Continue reading
  45 Hits

Kabir Azabı Var mıdır, Orada Ruh mu Beden mi Azap Çekecektir?

(BAHRÜ'L-KELAM TERCÜMESİ) Mu'tezile, Neccariye ve Cehmiye'ye göre kabir azabı ve Münker ve Nekir'in sorgulaması, aklın kabullenemeyeceği şeylerdir. Çünkü eğer kişi azap görecekse, ya ruhu olmadan et ve kemiğiyle azap görecek, ya da Allah Teâlâ kendisine ruh verecek ve böyle azap edecektir. Ruh olmadan et, acı çekmeyeceği iç...

Continue reading
  40 Hits

Kadınların aklı ve dini eksiktir hadisini nasıl anlamalıyız? Resulullah (s.a.v) bu hadis ile ne ifade etmek istemiştir?

عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه ، قال: خرج رسول الله صلى الله عليه وسلم في أضْحَى أو فِطْر إلى المُصَلَّى، فَمَرَّ على النساء، فقال: «يا مَعْشَرَ النساء تَصَدَّقْنَ فإني أُرِيتُكُنَّ أكثر أهْل النار». فقُلن: وبِمَ يا رسول الله؟ قال: «تُكْثِرْن اللَّعن، وتَكْفُرْن العَشِير، ما رَأَيْت من ناقِصَات عَقْل ودِين أَذْهَبَ لِلُبِّ الرَّجُل الحَازم من إحدَاكُن». قُلْن: وما نُقصَان دِينِنَا وعَقْلِنَا يا رسول الله؟ قال: «ألَيْس شهادة المرأة مثل نِصف شَهادة الرَّجُل». قُلْن: بَلَى، قال: «فذَلِك من نُقصان عقْلِها، ألَيْس إذا حَاضَت لم تُصَلِّ ولم تَصُم». قُلْن: بَلَى، قال: «فذَلِك من نُقصان دِينِها».

 Ebu Said el-Hudri (r.a.)den rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) Kurban veya Ramazan bayramında namazgaha çıkmıştı. Bu sırada kadınlara da uğrayıp (onlara): Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü sizin, cehennemliklerin en çoğu olduğunuz bana gösterildi buyurdu. Onlar: Ey Allahın Resulü! Niçin öyle? dediler. Resulullah (s.a.): Laneti çokça yapar ve kocaya nankörlük edersiniz. İhtiyatlı ve tam akıllı bir adamın aklını; sizin kadar dini ve aklı eksik hiçbir kimsenin çelebileceğini görmedim buyurdu. Onlar: Ey Allahın Resulü! Dinimizin ve aklımızın eksikliği nedir? dediler. Resulullah (s.a.): Kadının şahitliği, erkeğin şahitliğinin yarısı değil mi? buyurdu. Onlar da: Evet dediler. Resulullah (s.a.): İşte kadının aklının eksik olması budur. Kadın adet gördüğünde namaz kılamaz ve oruç tutamaz, değil mi? buyurdu. Onlar: Evet dediler. Resulullah (s.a.): İşte bu da, dininin eksik olmasıdır buyurdu. (Buhari, Hayz 6, Zekat 47; Müslim, İman (80) )

İnsan bu hadisi ilk okuduğu anda burada geçen ifadelerle kadının kınandığı ve tahkir edildiği düşüncesine kapılabilir. Ya da erkeğe göre kadının, akli yetenek ve yeterlilik bakımından daha aşağı ve zayıf bir durumda olduğu kanaatine sahip olabilir

. Zahiri manada anlaşıldığı şekliyle gerçekten Hz. Peygamber (s.a.v), kadınların zihni ve biyolojik yapısıyla ilgili böyle bir tespiti mi anlatmak istemiştir? Yine Hz. Peygamber (s.a.v) kadının aşağılanmasını çağrıştıracak sözler sarfetmiş midir? Buna benzer bir çok sorular sorulabilir.

Bu durumda ilk önce İslamda kadının yerini belirtmek gerekmektedir: İslam dini, gerek İslam öncesi Arap toplumundaki dini anlayış ve gerekse yerleşmiş örf ve adetlere nisbetle kadının sosyal, ekonomik ve hukuki konumunda önemli değişiklikler yapmıştır. Kur'an, insan olması bakımından kadını erkekle eşit bir varlık olarak kabul eder.

Continue reading
  54 Hits

İhvan-I Safa'da Kozmosun İncelenme İlkeleri ve Evrenin Hiyerarşisi

Yaratan Rabbının adıyla 1. Evrenin Birliği ve Sembolik İfade Risâil'de tarif edilen evren, bölümleri arasındaki benzerlikle birbirine bağlı, bütünleşik bir bütündür. İhvan şöyle yazar: "Tam dünya, bir şehrin, bir hayvanın ya da bir insanın birliği gibidir." Bütün parçalar, İlahi Kelam'dan varlık ve geçim kaynağını alan yaşayan bir bedenin organları...

Continue reading
  30 Hits

Nevakıd'ul İslam (İmanı Bozan Durumlar) | Muhammed b. Abdulvehhab

 Rahmân ve Rahîm olan Allâh'ın ismiyle. Bil ki! İslam'ı bozan şeyler, on tanedir: 1) Allah'a ibadette şirk koşmak: Allah azze ve celle, şöyle buyuruyor: "Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan (şirkten) daha hafif günahları ise, dilediği kimseler için bağışlar." (Nisa/48) "Kim Allah'a şirk koşarsa, muhakkak ki Allah ona...

Continue reading
  58 Hits

İbni Teymiyye'ye göre kabirdeki birisinden veya ğaybdaki birisinden yardım istemenin hükmü

"Peygamber; kabirlerde, şirk'e vesile olmasın diye, namaz kılmayı dahi yasakladıysa, o halde; onlardan (kabirdekilerden) gerek ihtiyaç ve sıkıntıların giderilmesini istemek gerekte,(onlara seslenip) Allah'tan (bunu) istemelerini istemek gibi şirklere ne demeli..?" İktiza-i Sırat-ı Mustakim, c.2, s.304–305  "Onlar, ölülerin kabirlerine gid...

Continue reading
  53 Hits

Necdilerin (Vahhabilerin) kaleminden Ebussuud Efendi, Beydavi gibileri hakkında...

 (O kişi diyor ki:) Eğer Beydavi, Ebu Suud, Kastalani ve benzeri alimlerin sözleri sana bir fayda sağlayacak olsaydı onları zikrederdik ;Bunların hepsi kafirdir, bu yüzden hiçbirini kabul etmiyoruz (diyerek silip atıyor). Cevap şudur: Beydavi ve adı geçenlerin, ayetlerin manası hakkında selefin ve alimlerin söyledikleriyle çelişen beyanları yo...

Continue reading
  43 Hits

Ahmed bin Hanbel (Mutezile Halifeyi) Me’munu tekfir etti mi?

Kuran mahluktur diyenin silsile halinde tekfir edilişi:  Ahmed dedi ki: Kim derse ki: (Kur'an) Mahluktur, o kişi yüce Allah'a kâfirdir. Kim onu tekfir etmezse o da kâfirdir. Tabakat'ul Hanabile c.1 s.342 Süfyan ibn Uyeyne'yi şöyle derken işittim: "Kur'an, Allah azze ve celle'nin kelâmıdır. Kim derse ki: (Kur'an) Mahluktur, o Kâfirdir. Kim de o...

Continue reading
  52 Hits

Newtonun aykırı fikirleri ve İslam itikadına benzerliği

Tarihteki en etkili bilim insanı kabul edilen İsaac Newton,kendini hristiyan olarak tarif etmektedir. Ancak pozisyonu genel kabul edilen Hristiyanlıktan o kadar uzak ki,günümüzde görüşlerine benzer düşüncede olanlar çoğu durumda tekfir edilmekte. Newtonun inanç yolculuğunda geldiği son nokta İslam'a şaşırtıcı derecede yakın. En temel konuları özetl...

Continue reading
  46 Hits

İSLAM’DA EVRİM: TARİHÎ BİR BAKIŞ VE MODERN YORUMLAR

Evrim teorisi, modern bilimsel düşüncenin en çok tartışılan alanlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Pek çok insanın zihninde, "Bilim mi, din mi?" gibi bir ikilem beliriyor. Fakat özellikle İslami literatüre ve tarihî arka plana bakıldığında, meselenin o kadar keskin ve siyah-beyaz olmadığını görüyoruz. Hem Kur'an'da yer alan bazı anlatıların es...

Continue reading
  42 Hits

Kurbanlık Oğul Hangisi? İlk Dönem Alimlerinden Alıntılarla

İbrahim Nebi, kendinden sonra gelecek olan monoteistlerin adını sıklıkla kullandığı arap ve yahudi uluslarının babasıdır. Kendisi Kur'an tarafından defalarca övülmüş olan ve halilulah sıfatına nail olmuş fikir babamızdır.  Kur'an-ı Kerim'de babamızın hangi oğlu için kurban emri geldiği zikredilmemektedir. Bu yüzden nicedir islam alimleri bu ko...

Continue reading
  79 Hits