Cem eden insanların, cemaat olma sebepleri ortak yanlarıdır. Onları adlandırma sebeplerimiz hakeza çoğunlukla ortak yanlarıdır. Dinler, düşünceler, felsefi doktrinler, mezhepler, ekoller…
Liste uzayıp gider. Ayrıca bunlar bazı kültler, ibadetler veya ritüeller oluştururlar. Derli toplu (veya değil) bir sistematik sonucu kültürler oluşur. İşte bugünkü yazımızda anti-kültürün islamdaki yerinden bahsetmeye çalışacağız. Allah bizleri muvaffak eylesin.
İslam kültürünün zengin,çokça etkileşim içinde bulunan, dünya tarihine yön veren bir yapısı vardır. Ama öncesinde, şeylerin tanımındaki dışta kalanların öneminden bahsedelim. Bir şeyi, diğer şeylerden ayıran bir cüzü vardır. Örnek olarak, hayvan-ı natık olan (düşünen canlı) insanın hayvanlardan farkı olan cüzü natık olmasıdır. Konu düşünce sistemlerine geldiğinde pek değişmez. İslamda aynı şekilde zarûrât-ı dîniyyeden olan bir şeyi kabul etmeyen kişiler islam dışıdır.
Dış şeyleri dışarda bırakmak, tanımın bir kısmı olmaktan çıkıp, düşüncenin kendisi olursa problem başlar. Çünkü, kendini soyutlayıp yerine bir mefhum koymamış demektir. İslamdan bir örnek getirirsek, La İlahe (لا اله) lafzından sonra İllallah(الا الله) lafzı getirilir. Diğer tüm rableri-ilahları reddeder ve yerine yüce Allah'ı koyar. Sağlam düşünce sistemlerinin usulü budur: ne tamamen tüm düşünceleri içine alırlar ne de aksilik zatın kendisi olur.
Bu mukkadimeleri idrak etmiş isek, İslamdaki mezheplerden bahsedebiliriz. Uygun bir örnek olarak Eşariyye mezhebine değinelim. Eşariyye kelamı tarihsel süreçte, eski bir mutezili olan Ebul Hasan El-Eşari'nin mutezili olmaktan tövbe edip, o sırada Mutezile'nin tam karşıt ekolü olan ehli hadise yaklaşması ile başlar. Eşari, kendi düşünce sistemini bina eder. Sonucu ise açıkça tamamen Mutezile karşıtı bir düşünce yapısı. Peki, bu yapı sadece karşı olmakta yetinmiş midir? Hayır. Mutezile ile açıkça, husun kubuh, kelamullah, insanın iradesi,insanın fiilleri gibi bir çok meselede karşılaşmış ve kendi usulü ile problemlere çözüm getirmişlerdir.
Bahsi geçen "aksini red" ilkesini zatı haline getiren mezheplere geçer isek burda örnek olarak "Rafizilik" ve "Haşviyye" ekollerini ele alacağız.
Rafizilik, islamın başındaki ilk siyasi ikilemlerden beri var olmuş ve hiç bir zaman tam anlamıyla yok olmamıştır. Farklı kollara ayrılmış, kendi ekosistemini oluşturmuş ve dakik bir şekilde yayılmıştır. Ancak, çoğunlukla karşılarında olan Ehli Hadisin hadis usulünde çok güçsüzlerdir. Her ne kadar kariküterleşsede eşekten hadis nakletme ,uçan fil, cehalet ve akıl orduları gibi meselerde açıkça hadis usulülerine dahil olduğu bellidir. Kelam konusuna ise Tusi gibi örnek olmasına rağmen aksi oldukları diğer mezheplere oranla güçsüzdürler (Tusi'nin sistemli ilerleme sebebi gene Ehli Sünnet olan Razi'dir). Cem ettikleri zaman mesele eninde sonunda hilafet meselesi ve ayrılıklarına gelir. Bunun yanında tasavvuf konularında güçlülerdir ve klasik dönemde yer sahibidirler.
Haşviyyelik ise, açıkca selefi salihin retoriği yaparak kitleleri yanına çekmektedir. Düşünce yapısı ise düşünmemeyi ilke edinmişlerdir. Kinaye bir yana kelam,felsefe,tasavvuf ekollerinden ayrı kendilerince bir ekol olmaya çalışmış ve açıkça tek hakikat olma iddiasında bulunmuşlardır. İlk dönem Haricilerine benzeselerde her dönem ayrı bir cübbe giymişlerdir. Aralarında ortaya birşey koymaya çalışanlarda olsada, ortaya koyma gayeleri gene karşıt olmaktır. Birkaç örnek üzerinden gidersek Buhari'nin (Buhari, sistematik Haşeviyye öncesindeki bir muhaddisdir)yazdığı hadis derlemelerinin babları çok kez İmam-ı Azam Ebu Hanifeye atıf yapar. Klasik dönemde, İbn Teymiyye'nin kitaplarında yeterince reddiye bulunur. muhammed bin abdulvehhab ise açıkca sadece düşmanlık için ilim tahsisi yapan bir şahıstır. Genel bir tarih yorumlaması yapar isek, açıkça kalan (tasavvuf,felsefe,kelam ehli) ekollerinin hepsine karşıtlık beslemişlerdir ancak onların usulülerini kullanmak zorunda kalmışlardır. Aslında bu örnekten aklın kaçınılmaz bir son olduğunada ulaşabiliriz. Dini meseleleri sorgulamayı haşiviyyeler bidat olarak görmüşlerdir. Kelamcı alimlerin açıkca tartıştığı hususlarda "bu soru bidat" diyerek aslında kendi hevaları ile bina ettikleri düşünceleri kutsallaştırılmış diğer cevapları ihtimalsiz bırakmışlardır.
Peki bu iki adet ana anti-kültürü idrak edebildiysek şu an bunu nerden tartıştığımız meselesini konuşalım.
Bir sendrom olarak geçmişi yok sayma, geçmişe düşmanlığı ele alırsak batı bunu yaşamıştır. Skolastik düşünceye aksi gelmişler ve açıkça tamamen düşman kesilmişlerdir. İslamda ise insanlık ve onun fıtratı önemli geldiğinden böyle bir olay yaşanmamıştır.
Günümüzde ise, modern akımların bir hakikat olduğunu dayatan eğitim sistemleri, devletler, sosyal medya gibi otoritesini sosyal zorbalık ile kazanan kurumlar, bizim elimize çok büyük bir problem vermiştir. Hadis inkarcılığı, şiilik ve neo-selefilik gün geçtikçe artmaktadır. Bina etmek yerine yıkımı maksad haline gelen bu cemaatler, kendi ritüellerine sahip, aynı retorikleri tek bir ağızdan yapan aslen heva, nefs ve sendromları yüzünden birleşen insanlardır. Ne kadar birbirinin boğazına yapışacak ekoller gibi gözüksede akıl inkarcıları ve hadis inkarcıları,tasavvuf düşmanıdır. Peki tasavvuf neyi temsil eder? Köklü islam geçmişini.
Bu cemaatlerin hiç ortaya birşey koyduklarını gördük mü? Çoğunlukla hayır. Gündemdeki meseleleri tartışmak, karşıt fikirleri tenkid etmek dışında birşey yapmayan bu cemaatler, yaptıkları eksik ve iğrenç eylemleri sayesinde aslında ulaştılar bu kitlelere.
Benim bu yazıyı yazarken yaptığım fiil bile aynı. İnsanları tenkit etmek ve karşıt olduğunu dile getirmek.
Çözüm olarak öne sunabilecek yol ise her konuda rey geliştirmektir. Kendinden rey duymayan düşünce sistemleri, hakikatı değil zanni düşüncelerini kutsallaştırır.
Düşmanlığı esas alarak kendine bir soru sorulmasına izin vermemek bir diğer problemdir. Eğer hakiki bir sistem ortaya koyulmak arzu ise, kendi kendine tenkitte bulunmak bir yoldur. Klasik dönem alimlerinin kelam eserlerinde bulunan, bolca soru üretip cevaplama usulü, yapıcı bir yöntemdir. Tenkid için okuyan şahsiyetlerin itibarını yerle bir eder çünkü mesele zaten orada cevaplanmış, üstüne farklı soruları sorulup onlarada cevaplar verilmiştir.
Böylece aslında ,şahsi fikrimce, İslam'ın izzeti ve bereketi düşünce sistemlerine tezahür etmiş ve onları diğer batıl fikirler karşısında muzaffer kılmıştır. Bizim bu durumda ümmet olarak yapmamız gereken ise üretmek, düşünmek, tartışmaktır.
Ümmet olma bilincine sahip olmamız, hakikat ve müstakim olan yol üzere, olmamız dileğiyle Allah'a emanet olun.